Uzun zamandır yazmayı düşündüğüm ama bir türlü başlayamadığım (adını unuttuğum tarihi yerlerden dolayı) Likya kültür turunu yazmaya sonunda karar verdim.
Gezmeyi seven bir çift olduğumuz daha bu turda kendini belli etmişti çünkü balayımızı otobüste geçirdik diyebilirim :)
Evliliğimizden 1 hafta sonra çıktığımız Kuşadası merkezli turumuzda hem Ege sahillerindeki tarihi kentleri keşfetmiş hem de yeni arkadaşlıklar kurmuştuk.
Ramazan bayramı sırasında yaptığımız turumuzda Kuşadasında konaklayarak 4 gün boyunca çevre gezileri yaptık. Odamızdan manzaramız şu şekildeydi fakat sabahları erkenden yollara düşüp akşam geldiğimizde de çok yorulduğumuzdan bu manzaranın keyfini çıkaramadık.
Ilk günümüzde İzmir'in Selçuk ilçesindeki Efes müzesi ve Şirince köyünü gezdik.
Şirince çoğumuzun bildiği gibi çok şirin ve meyve şarapları ile meşhur bir Ege köyü. Nar, böğürtlen, Ahudu ve Karadut şarapları haricindekiler meyve esansları ile yapılıyormuş ve biz en çok Nar ve Ahududu yu sevdik. Tabi ki şarap evlerindeki diğer şaraplarında tadına baktık :)
Bayram günü öğleden sonrası çakırkeyiftik yani :)
Ertesi gün sabahtan Meryem Anadaydık.
Rivayete göre (ve benim hatırladığım kadarıyla) bir Alman rahibe, Meryem Ananın nerede öldüğünü rüyasında görüyor ve Selçuk'a yakın bu tepeye geliniyor ve gerçekten de Meryem Ana'nın yaşadığı yerin burası olduğuna kanaat getiriliyor.
Buradan çıkışta tatilimizin en heeycan verici yerine, Efes'e geldik. Şehrin her ayrıntısından örnekler gördük, bilhassa son zamanlarda çok iyi korunan, antik kentler arasında en büyük ve en etkileyicisi Efes. Ben gitmedim ama Yunanistandaki Akropolis'ten çok daha büyük ve güzel deniliyor ve bence Efes turizmden yeteri kadar faydalanamıyoruz.
Efes'in girişinden sonra ilerleyerek tarihi umumi tuvalete geldik.
Toplu halde tuvalet yapma imkanı varmış fakat hijyenik olduğu söylenemez :) Yanyana oturarak işlem icra ediliyor ve ayakların önünden akan su kanalı sayesinde su ihtiyacı da giderilmiş.
Buradan Selsus kütüphanesine doğru ilerlerken sol tarafımzdaki yamaç evleri geride bıraktık.
Arkamızda görülen Selsus kütüphanesinden tiyatroya doğru yürürken yerdeki şu şekilin anlamı biraz daha ileride genelev var demekmiş.
Efes, Büyük İskender zamanında MÖ 300 yıllarında kurulduğundan itibaren deniz kıyısındaymış ve bir liman şehriymiş.
Tiyatroyu arkamızda bırakarak Efes'ten çıktık ve yine Selçuk ilçesi yakınındaki İsa Bey camiini gezdik.
Buraya gelmişken dünyanın 7 harikasından biri olan Artemis tapınağına geldik fakat sadece tek sütun kalan bu tapınak, kurbağlı çamurlu sular içindeydi.
Çeşitli yörelerde var olan "7 uyurlar" bu bölgede de vardı. Tur kapsamında oraya da gittik,
3. gün tüm günümüz Pamukkaledeydi, Pamukkaleye gelmeden hemen önce büyük bir antik mezarlığı gezip Pamukkalenin hemen üzerinde, tepede kalan Hierapolis antik kentin tiyatrosuna gittik.
Pamukkale ise muhteşem güzelliği ile bizi büyüledi.
4. ve son günümüzde gittiğimiz Apollon tapınağı gayet güzel korunmuştu ve Artemisten sonra ilaç gibi geldi.
Girişteki Medusa kabartmasında fotoğraf çektirmemek olmazdı.
Aynı bölgedeki Miletos ve Priene antik kentlerine de gittik son günümüzde.
Son fotoğrafta arka fona dikkat edin :)
2006 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2006 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
6 Ağustos 2010 Cuma
Ionya Turu, 2006
Etiketler:
2006,
Apollon,
Artemis,
Efes,
Hierapolis,
Kuşadası,
Meryem Ana,
Pamukkale,
Priene,
Şirince
16 Mart 2010 Salı
Italya ağırlıklı Almanya-Avusturya, bölüm 3,(İsviçre - Almanya)
Bölüm 1 için tıklayın...
Bölüm 2 için tıklayın...
Como gölü kıyısında kuzeye doğru İsviçre sınırına ilerledik, İsviçre o zamanlar Schengen ülkesi olmadığından vize ile giriliyordu; fakat altımızda Almanya plakalı araba olduğu için bir problem yoktu, sonuçta Almanya'ya gidiyorduk, İtalya sınırındaki 2 polis vardı ve İsviçre sınırında ise sadece tek polis, İsviçre otoban kartı almayıp (Almanya'ya gidiyoruz diye çamura yatabilirdik) direkt devam edebilirdik; ama kartı aldık ve İsviçrenin Heidi'sinin memleketinin güzellikleri çıktı karşımıza.
Bu eşsiz manzaraya bakarak 1 saat geçirdik ve Almanya'da Ümit'in yaşadığı Giengen adlı küçük kasabaya dönmeden önce bir İsviçre kenti de görelim diyerek Zürih'e ilerledik.
Zürih bir göl kıyısına kurulmuş modern ve pahalı bir kent, Mcdonalds'daki normal bir menüye 10€ verdik ve şehri gezdik.
Tüm tatilin yorgunluğunu bir an önce gidermek için Giengen'e döndük.
Ertesi gün Ümit çalışmaya gittiğinden biz Ünsal'la en yakın büyük kent olan Stuttgart'a gittik, trenlerin tam dakikasında gelmesi İstanbul'da yaşayan bizleri şaşırttı :)
Stuttgart'ta önce Türk konsolosluğuna sonra şehir merkezine gittik.
Dünya kupası atmosferi çok güzeldi Almanya ve Avusturya şehirlerinde, şansımıza o gün Stuttgart'ta Hırvatistan - Avustralya maçı vardı ve biz stada gidemesekte maç öncesi atmosferini yaşadık, havayı hissettik.
Stuttgart dönüşünde trenle önce Ulm'e uğrayıp Giengen'e geri döndük.
Ertesi gün yine hep beraber Rothenburg ob der Tauber adlı tarihi kente gittik. Rothenburg 2. Dünya Savaşı sırasında yerle bir olmuş surların içinde kalan ve Tauber nehrine bakan bir kent, şehir savaştan sonra aynı şekilde kurulmuş, şehrin anlamı ise "Red fortress above the Tauber"
Şansımıza şehirde festival vardı: Meydanda içecek yiyecek satan dükkanlar ve birçok turist vardı, surların dışındaki küçük parkta akşamki tiyatro gösterisine hazırlanan grubun hocası yanımıza gelip bizi tiyatroya davet etti, Türk olduğumuzu öğrenince şaşırdı.
Akşam Giengen'e geri döndük ve bir kafede Meksika Arjantin dünya kupası maçını Hefe Weisen (Wheat Beer) eşiliğinde seyrettik, seyreden diğer kişiler beni Arjantinli sandı, mutlu oldum :)
Ertesi gün Ümit bizi Münih havaalanına bırakmadan önce Münih merkeze gelip birkaç fotoğraf daha çekmek istedik ve gelir gelmez sabah erken saatlerde eşofmanlı - şortlu inanılmaz bir kalabalık vardı, o anda Münih maratonu sandığımız; ama sonradan olmadığını anladığımız bir koşu aktivitesi varmış.
Turumuz Ümit'in bizi havaalanına bırakması ile birlikte son buldu.
İlk yurtdışı seyahatimiz bu şekilde inanılmaz keyifli ve bir o kadar da yorgun geçti.
Bu yorgunluğun hiçbir şey olmadığını ileride daha iyi anlayacaktık.
Bölüm 2 için tıklayın...
Como gölü kıyısında kuzeye doğru İsviçre sınırına ilerledik, İsviçre o zamanlar Schengen ülkesi olmadığından vize ile giriliyordu; fakat altımızda Almanya plakalı araba olduğu için bir problem yoktu, sonuçta Almanya'ya gidiyorduk, İtalya sınırındaki 2 polis vardı ve İsviçre sınırında ise sadece tek polis, İsviçre otoban kartı almayıp (Almanya'ya gidiyoruz diye çamura yatabilirdik) direkt devam edebilirdik; ama kartı aldık ve İsviçrenin Heidi'sinin memleketinin güzellikleri çıktı karşımıza.
Bu eşsiz manzaraya bakarak 1 saat geçirdik ve Almanya'da Ümit'in yaşadığı Giengen adlı küçük kasabaya dönmeden önce bir İsviçre kenti de görelim diyerek Zürih'e ilerledik.
Zürih bir göl kıyısına kurulmuş modern ve pahalı bir kent, Mcdonalds'daki normal bir menüye 10€ verdik ve şehri gezdik.
Tüm tatilin yorgunluğunu bir an önce gidermek için Giengen'e döndük.
Ertesi gün Ümit çalışmaya gittiğinden biz Ünsal'la en yakın büyük kent olan Stuttgart'a gittik, trenlerin tam dakikasında gelmesi İstanbul'da yaşayan bizleri şaşırttı :)
Stuttgart'ta önce Türk konsolosluğuna sonra şehir merkezine gittik.
Dünya kupası atmosferi çok güzeldi Almanya ve Avusturya şehirlerinde, şansımıza o gün Stuttgart'ta Hırvatistan - Avustralya maçı vardı ve biz stada gidemesekte maç öncesi atmosferini yaşadık, havayı hissettik.
Stuttgart dönüşünde trenle önce Ulm'e uğrayıp Giengen'e geri döndük.
Ertesi gün yine hep beraber Rothenburg ob der Tauber adlı tarihi kente gittik. Rothenburg 2. Dünya Savaşı sırasında yerle bir olmuş surların içinde kalan ve Tauber nehrine bakan bir kent, şehir savaştan sonra aynı şekilde kurulmuş, şehrin anlamı ise "Red fortress above the Tauber"
Şansımıza şehirde festival vardı: Meydanda içecek yiyecek satan dükkanlar ve birçok turist vardı, surların dışındaki küçük parkta akşamki tiyatro gösterisine hazırlanan grubun hocası yanımıza gelip bizi tiyatroya davet etti, Türk olduğumuzu öğrenince şaşırdı.
Akşam Giengen'e geri döndük ve bir kafede Meksika Arjantin dünya kupası maçını Hefe Weisen (Wheat Beer) eşiliğinde seyrettik, seyreden diğer kişiler beni Arjantinli sandı, mutlu oldum :)
Ertesi gün Ümit bizi Münih havaalanına bırakmadan önce Münih merkeze gelip birkaç fotoğraf daha çekmek istedik ve gelir gelmez sabah erken saatlerde eşofmanlı - şortlu inanılmaz bir kalabalık vardı, o anda Münih maratonu sandığımız; ama sonradan olmadığını anladığımız bir koşu aktivitesi varmış.
Turumuz Ümit'in bizi havaalanına bırakması ile birlikte son buldu.
İlk yurtdışı seyahatimiz bu şekilde inanılmaz keyifli ve bir o kadar da yorgun geçti.
Bu yorgunluğun hiçbir şey olmadığını ileride daha iyi anlayacaktık.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)