15 Mart 2010 Pazartesi

Italya ağırlıklı Almanya-Avusturya, bölüm 2,(Italya)

Bölüm 1 için tıklayın...
Innsbrück'teki otelimizden sabah 6:30'da kalkıp ayaküstü sandviçlerimizi yiyerek (yanımızda bir bayan olmasından dolayı 2-3 günlük stok vardı bagajda) yola çıktık. Şehirden çıkışımız şaşırtıcı bir trafikle başladı, yol bakımı varmış, o yüzden trafik İstanbul'daki gibi durdu resmen, bunu Italya'ya gidiyor olmamıza bağladık.
Ve beklenen an geldi "Italya'ya hoşgeldiniz" yazısı eşliğinde girdik Italya'ya ve gözümüze ilk çarpan otoban yanındaki refüjlerin boyalı beyaz renkten, boyasız paslı hale dönüşümüydü :)
Günden kazanmak adına o gün 600 km.den fazla yapıp amacımız Venedik aktarmalı Rimini'ye ulaşmaktı, ilk durağımız ise Verona.
Verona'da taze ekmek bulmak görevi çat pat Italyanca bilen bana düştü ve bu ilk görevimi başarıyla gerçekleştirdim, sandviçlerimizi yiyip Romeo Juliet şehrinin merkezini gezip hızlı bir şekilde Venedik'e doğru ilerledik.
Venedik, işte Italya bu dedirtti, aşık olunacak bir şehir. Arabamızı  şehir girişine park edip dar sokaklardan San Marco meydanına kadar yürüdük. Grande Canale, gondollar, çiçek dolu pencereler, hediyelik eşya dükkanları, pazar yeri, pizzacıları geçip muhteşem meydana ulaştık.
Yeni Cami önündeki güvercinlerin hepsi buraya gelmişti sanki, 4 saat Venedik'te geçirip amacımız görebileceğimiz kadar yer görmek olduğundan rotamızı Rimini'ye, Adriyatik kıyısındaki sahil şehrine çevirdik.
Rimini'ye ulaştığımızda 6oo küsur km. yapmıştık, hadi biz yollarda uyuklayabiliyorduk; fakat kaptanımız Ümit aynı dikkatle arabasını kullanıyordu, hemen bir otel bulup uykuya daldık.
Buraya kadar gelip Adriyatik'te yüzmeden gidilmezdi, tabii ki biz de sabah denize girdik.
11:30 gibi rüya şehir Roma'ya ilerlemeden önce 17 km. uzaklıktaki San Marino'ya gittik.
San Marino'ya gidişi sormak için bir Italyan abimizi gözümüze kestirdim, muhabbete girişim her zaman olduğu gibi "do you speak English" ile başlamasına rağmen yes cevabı alamadığım için şu şekilde devam ediyordu: "çok az Italyanca biliyorum, San Marino'ya nasıl gidebilirim" bunu duyan cengaver, sıcakkanlı Italyan abimiz sanki ben çok az italyanca biliyorum dememişim, Italyan Kültür'de hocaymışım gibi konuşmaya başlayınca, lafını bölmenin imkansız olduğu Italyanlardan tek tük kelime yakalamak zorundaydım. Neyse ki cümle aralarından "3. ışıklar" ve "sağ" kelimelerini yakaladım da 3 trafik ışığı geçip sağa döndük :)
Rimini'yi tepeden gören bir ülke olan San Marino'ya iyi ki gelmişiz, daha az vergili içkilerden -ki ben Amaretto ile orda tanıştım- aldık, kalesini gezip pizzamızı yiyip yola devam dedik.

2006 Almanya'daki dünya kupası zamanı yaptığımız bu gezide Roma'ya vardığımız gün Italya - ABD maçı vardı ve planlarımızda "Italyan dostlarımızla" bu maçı seyretmek de yer alıyordu; fakat önceden otel ayarlamamamızın cezasını çektik, otobandan 17-18 tane Roma şehir merkezi girişi vardı, karambole seçtiğimiz giriş bizi belirsiz bir yerlere götürürken ellerinde Italyan bayraklı gençlere "tren istasyonu" nu sorduk ve bizi takip edin dediler, istasyona ulaştıktan sonra Ünsal ve Yeliz'i terminal karşısındaki Türk kebapçısında bırakıp otel aramaya koyulduk, hem fiyatların pahalılığı hem de motellerin temiz olmaması sonucu Ümit ve ailesini 1,5 saat sonra bir otele yerleştirip Ünsal ile ikimiz arabada sabahlamaya karar verdik.
Pazar sabahı yine erken kalkıp muhteşem Roma turumuza başladık.
Arabamızı merkezi bir yere park edelim diye park yeri ararken birdenbire evlerin arkasından Vittoriano'yu görünce hep beraber vaaay nidaları attık.
Sadece bu bölgede bile 1 tam gün geçirilebilirdi. 200 metre arkasında Kolezyum'a (Colosseo) yürüyüp dün otelde kalmayarak kar ettiğimiz paranın 11€ sunu Kolezyum girişine verdik ve içerdeydik.

Kolezyum'un iç ve dış çevresini tavaf edip Vatikan'a gittik. Roma'nın belki de en güzel karesini içeri girerek hacı! olan Ümit çekti :)

Vatikan dahil bizimle beraber gezen Yeliz Ispanyol merdivenlerine geldiğimizde daha dolaşmamız gereken yerler olduğunu fark edince affını istedi ve Ümit, Ünsal ve ben hızlandırılmış Roma turumuza başladık.
Ispanyol merdiveni, Aşk Çeşmesi, Phanteon vs. yi hızlı hızlı gezip 5 gibi Roma turumuzu bitirdik.
Floransa'dan önce gecelemek için Siena'ya geldik ve iyiki de gelmişiz, bizi kutlamalarla karşıladılar, o gün Siena'nın bayramıymış, eğlence vardı küçük meydanda; dışardaki uzun masalar, dar sokaklardan geçişi engellemesine rağmen çok keyifliydi, önce otel bulup sonra da Siena akşamı için meydana gittik.
Meydandaki bir kafeye oturmaya ve yorgunluğumuzu bira içerek atmaya karar verdik; ama büyük biranın 6€ olmasından dolayı gözümüze 3,5 € luk Birra piccoloyu kestirdik, en azından 33 lüktür diye beklediğimiz "piccolo" bira çok daha küçük sadece 0,2 lik çıkınca makus talihimize üzülerek 2 şatlık birayı bitirdik ve uyumaya gittik.
Sabah arabamızı park ettiğimiz yere kadar şirin Siena sokaklarından geçtik.

Floransa'ya vardığımızda öğlen olmak üzereydi ve o gün de yolumuz uzundu.
Floransayı gezip Pisa üzerinden Genova'da kalacaktık.

Floransa bir sanat şehri, müzeleri heykelleri ile sanat fışkırıyor, arabamızı meşhur Vecchio'ya köprüsüne yakın bir yere çekerek Michalengelo'nun eserlerini ve çevreyi gezdik.


Resmen zaman ile yarışıyorduk, Floransa'dan çıkıp Pisa'ya, meşhur Pisa kulesini ve meşhur Pisa kulesi pozunu vermek için Pisa'ya geldik.
Bu pozu vermeden olmazdı, nitekim verdik de :)
Pisa kulesinin yanındaki Duomo (Italya'da o şehirdeki en büyük kiliseye verilen ad) da etkileyiciydi.

Genova'ya geldiğimizde merkezde bir motel bulup yerleştik ve bir restoranta gidip yemeğimizi yedik.
Italya kalacak yer, yemek, içki gibi konularda pahalı maalesef, ayrıca otoban kullanımı da Türkiye'deki gibi, girdiğin kapı gittiğin yer arasını ödemek zorundasın, hadi Almanya'daki bedava otobanı geçtik ama Avusturya'daki gibi haftalık geçiş olmasını isterdik.
Genova'yı çok iyi gezemedik nitekim her zaman olduğu gibi hızlı hareket etmeliydik, o günkü ilk durağımız ise şarkılara (tek şarkısı var ama olsun) konu olan Portofino idi,
I find my love in Portofino neden yazılmış şu karelerden bile anlaşılıyor aslında.

Portofino, Cinque terre (5 lands) bölgesinin hemen güneyinde çok şirin bir sahil kasabası, fotoğraflarımızı çektikten sonra Milano'ya geldik.
Genelde Italyan şıklığını diğer kentlerde göremesek de Milano neden modanın başkenti olduğunu bizlere hatırlattı, çok güzel giyinmiş baylar ve bayanlar vardı.


Milano turumuz sırasında Ünsal ile ikimiz evli çifti yalnız bırakıp turladık, bi ara ben gaza gelip "ulen Italya'ya geldik, hiç müzeye girmedik olmasın" (rezalet) diye bir müzeye girdim ve içerde kendimi kaybettim, o sırada Ünsal yana yakıla beni aramış neyse sonunda buluştuk ve Como gölüne doğru ilerledik.
Como gölü muhteşem manzarası ile ileride gezeceğimiz Karadeniz kıyılarını andırıyordu, tabii Karadeniz'deki göllere inen deniz uçağı yoktu ama burada bir deniz uçağını iniş sırasında gördük, tam oldu.
Marketten aldığımız nevaleler ile Como gölü kıyısında pikniğimizi yaptık, göl kenarında dolaşıp otelimize yerleştik.
İlk defa acelemiz olmadan sabah otelde kahvaltımızı yapıp sakin bir şekilde Almanya'ya doğru ilerledik.
Tabii Almanya'ya girmek için İsviçre'den geçmek gerekliydi ve hazır İsviçre'ye gelmişken, dağ manzarası ile büyük bir şehir görmeden olmazdı.
İsviçre ve Almanya hikayemiz daha sonra...

1 yorum:

  1. Fotolar süper, yalnız Pisa kulesini tutuyordan çok sanki karate hareketi çekmiş gibi olmuş...

    YanıtlaSil