27 Şubat 2020 Perşembe

Endonezya

2020 okul yarıyıl tatilinde 2 haftalık Endonezya tatilimizin kafamdaki planı 2019da başlamıştı. Bir yandan ucuz uçak kovalarken diğer yandan nereleri görmeliyizin planlarını yapıyordum. Genellikle aktarmalı uçuşlar fiyat avantajı sağlasada, son kararımız, Eylül ayında THY ile Jakarta gidiş, Bali dönüş direk seferler oldu. 650 usd bilet ücreti THY için iyiydi çünkü bileti alırken aktarmalı uçuşlar  bile daha pahaıydı. Biletleri aldıktan 2 hafta sonra 900 usd ye ulaşmıştı aynı bilet kombinasyonu. Planımız, 3 gece Jakarta, 3 gece Yogyakarta (halk Jogja diyor) ve 8 gece Bali idi.

Endonezya, 17500 (evet onyedibinbeşyüz)  adadan oluşan, toplam 250 milyonluk nüfusu ile, dünyanın en kalabalık 4. ülkesi ve aynı zamanda en büyük Müslüman ülkesi. Birçok etnik kökenden oluşuyor ve kabul edilmiş olan dil, Bahasia Endonezyacası. Ülke uzun yıllar Hollanda sömürgesinde kalmış ve ticaret için ülkeye gelen Araplardan dolayı müslümanlığı seçmiş. Hollanda etkisinden dolayı latin alfabesi kullanılıyor ve tanıdık birçok kelime olsada, halk ingilizceyi çok konuşamıyor.

Cuma gününün ilk saatlerinde bindiğimiz uçak akşam5 te Jakarta'ya indi. Önce havalimanındaki tren istasyonuna geldik ve kolay bir şekilde biletimizi alarak merkeze gidecek trene bindik. indikten sonra ilk günün handikapı, tuktukta kazıklandık ve otelimize geldik.
Asya'ya bu şekilde akşam üzeri gelip, uzun ve yorucu uçak yolculuğu sonrası, otele yerleşmek ve yemek yiyip, geldiğimiz ülkenin gece saatine ulaşmak, saat adaptasyonunu hızlandırıyor.
Nitekim yatağa yattığımızda yerel saat 11 olmuştu ve Turkiye saati 7 olsada, sabaha kadar uyumuştuk.

Endonezya'ya ne zaman gelinir?
Öncelikle sıcaklık yılın her günü 28-32 derece arası değişiyor ama 5 ay yağmurlu (Kasım-Nisan arası), diğer aylar kuru sezon. biz risk alıp yağmurlu sezonda gittik ve büyük sorunla karşılaşmadık ama şanslı olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu mevsim gitme sebebimiz hem okul tatiline denk gelsin hem de Türkiyede hava soğukken, sıcak yerde zaman geçirme isteğiydi.

Jakarta.
Endonezya'nın şu anki başkenti ve en büyük limanlarından birisi burada. Yakın zamanda şehrin keşmekeşliğinden kurtaracak plan işe koyuluyor, başkent başka bir şehir oluyor.
Jakarta'da cumartesi sabahına uyandık. Kaldığımız Ibis oteli merkezde sayılırdı ama Jakarta 30 milyona yakın nufusu ile Tokyo'da sonra en büyük metrolpol olduğundan merkez neresi tartışılır. Ama Monas anıtına yürüme mesafesinde kalmak, en azından şehre alışmayı kolaylaştırdı. Kahvaltılarda peynir bulabilmek bir yana, pilav ve ana yemek görmek istemediğimizden, mısır gevreği ve meyve ile doyurduk karnımızı. sabah 9:45te Ulusal müzeye geldik ve öğrendik ki saat 10'da ücretsiz rehberli tur var. 15 dakika bekleyip rehberimiz geldi, biz ve bir çift ile 2 saatlik müze turumuzu yaptık. Cumartesi olmasına rağmen okul üniformalı çocuklar müzeyi ziyaret ediyordu ve sonradan çokça alışacağımız, bize dikkatli bakmalar, incelemeler, foto çektirmek istemeler ile Endonezya hayatımıza alışmaya başladık. Çocukla müze turu yapmak zor olabiliyor ama kızım yavaş yavaş enteresan hikayeleri dinlemek istemeye başladığından bir şekilde zamanı geçirdik.
Müze sonrası yine yürüyerek Monas anıtının olduğu meydana, hemen arkasında ama karşıdan karşıya geçebilmek için çok yürümemiz geeken Istiklal Camii ve Jakarta Katedralini gezip, taksiye atlayıp okyanus kıyısındaki, Tema Park alanı olan Ancol'a geldik.




Endonezyada heryerde, Uberin yerel versiyonu olan Grab ve Bitaksinin benzeri My Bluebird uygulamaları hayat kurtarıcı oluyor. Gideceğimiz yerin fiyat karşılaştırmasını her iki uygulamada yaparak karar verdik. genelde yakı mesafe bluebird, uzak ise grab ile daha mantıklıydı.
Ancol çevresinde dolaşıp, okyanus kıyısında birkaç foto çekip, taksi ile Çin mahallesine geldik. Çin yeni yılı yaklaştığından her yerde kırmızı renk hakimdi.
Jakarta çok kalabalık olduğundan, trafiği istanbuldan bile kötü ve hafta sonu olmasına rağmen bunu Çin mahallesinde yaşadık. Arabalar yetmezmiş gibi heryerden çıkan motorsikletler, yürümeyi bile zorlaştırıyordu ama uzun günümüzün akşamında ofis arkadaşlarımızla buluşup, güzel bir yemek yiyip noktaladık.
Endonezyada, yerel adı Salak olan ingilizcesi snake fruit adlı tropikal bir meyve var. kabuğu çok rahat soyuluyor ve kolay bir şekilde yeniyor.

Jakarta büyük bir metropol olmasına rağmen turistik bir şehir değil. Ertesi gün, şehrin 20 km. uzağındaki Miniatürk'ün Endonezya versiyonu olan Taman Mini Indonesia'ya geldik,
Burada Girişe 8 TL verdik ama burasının farkı, Endonezya gibi büyük bir coğrafyanın hem yaşam çeşitlerini, hem mimari yapılarını ayrı ayrı gezebileceğiniz büyüklükte olması. 1 tam tur yaklaşık 8 km ve içeride motosklet kiralamanız mümkün ama biz tabi yine yürüdük. 7 yaşındaki kızımızı da düşünerek onunda eğlenebileceği bir yer olan uzay üssüne girip, 5 boyutlu sinema, planetarium tarzı küre şeklindeki sinemaya girerek eğlendik ve sabah girdiğimiz tesisten 3 gibi ayrıldık. Jakarta'ya sadece bunun için gelinmez ama gelmişseniz buraya uğramadan dönülmemeli.
Jakarta'lı arkadaşlarımız buraya hiç gelmemelerine rağmen biz keyif aldık.
Dönüş yolunda direk otele gitmeden önce Grand Indonesia ve Plaza Indonesia adlı alışveriş merkezlerinde zaman geçirip yemek yiyerek son Jakarta günümüzü noktaladık.
Yemek konusunda genelde hep lokal yemeği tercih eden bizler, Endonezyada zorlandığımız zamanlar oldu. Pilav tatsız tutsuz (sebebi hep bir ana yemekle veya çorbayla karıştırılarak yenmesi) ve şiş tarzı yemeklerde farklı soslar olduğundan, kızım da beğenmediğinden, burada Avrupa yemeklerine kaçtığımız oldu.
Pazartesi sabahı, Jogja kentine tren ile gidecektik ve merkezdek Gambir istasyonuna taksi ile gideceğimizden erkenden buraya geldik. Trafik korktuğumuz gibi olmadı çünkü anlatılan birçok tren - uçak kaçırma hikayesinden korkmuştuk.
Jogja treni 7,5 saat sürdü ama tren yolu o kadar güzeldi ki, pencereden gözümüzü alamadık.
tren biletlerini www.tiket.com dan, alabilirsiniz, tam 30 gun önce satışa çıkıyor ve koltukları çok rahat. içeride hesaplı bir şekilde yemek yiyebilir, çay, kahve içerbilirsiniz. hem trenden hem manzaradan çok keyif aldık. Uçak ile gelsek daha hızlı olacaktı ama birçok strese girecektik.

Jogja (Yogyakarta)
Endonezyanın kültürel başkenti, üniversite şehri. Farkını ana caddede yürürken hissediyorsunuz. Her yerde sokak müzisyenleri var, insanlar daha güler yüzlü, kafeleri güzel. Ayrıca Malioboro caddesindeki dükkanlardan batik her türlü eşyayı uygun fiyata alabilirsiniz.
Buraya gelme amacımız, Borobudur ve Prambanan tapınaklarını gezmekti. Öncelikle bu tapınaklar şehir dışında olduğundan ve toplu taşıma ile gelinmediğinden, devamlı aktarma yapmak yerine, günlük şöförlü araba kiraladık. Bali'de de aynı yöntemi uyguladık. Jogja daha ucuz, ilk günkü tapınak turuna 500K (35 usd), 2. günkü Kalibiru turuna ise 600K ödedik.
Günümüze Borobudur ile başlarken kombine bilet aldık. Hem burası hem Prambanan'da geçerli bilete yetişkin olarak toplam 45 dolar verdik ki hayatımızda ödediğimiz en yüksek tutardı (kızım için 27 usd ödedik)
Fakat günün sonunda gördüklerimize değdinde hem fikirdik. Borobudur, 9. yy.da inşa edilen hali hazırda tek parça halinde bulunan dünyanın en büyük Budist tapınağıdır ve içerisinde 500 Budha heykeli var. 8 kattan oluşuyor ve her katında resim ile hikaye anlatılmış.



Borobodur'da Prambanan'a giderken, yol üzerinde, Pawon Luwak  Coffee'ye uğradık. Bir müze gibi olan cafede, hem Palmiye Misk kedisinin kendisini (normalde vahşi hayvan fakat fotoda görülen doğumundan beri burada olduğundan evcilleşmiş) hem kahvenin hangi aşamalardan geçtiğini gördük. Kahve fiyatıda kesinlikle kazıklanmayacağımız fiyattaydı. bir bardak arabica kahveye 11 TL ödedim. kilosu bin dolara satıldığı söylenen bu kahve için gayet mantıklı fiyattı. Ayrca çekirdek veya çekilmiş şekilde de satın alabiliyorsunuz. 100 gram arabica 400K (175 TL), 100 gram robusta ise 250K (110 TL). Farklı yerlerde hem daha pahalı, hem daha ucuzunu gördük ama burada gönül rahatlığıyla emin olarak bu kahveyi alabilrsiniz.



Kahve sonrası, yemek molası verdik.



Ve diğer tapınak olan Prambanan'a vardık. Burası da 9. yy.da yapılmıştır ama Hint tapınağıdır.



bu güzel yerlerden sonra akşam otelimize gelip ertesi gün, doğa harikası olan Kalibiru adlı ormana geldik. Giriş için 5 TL ödeyip, foto spotlarından en beğendiğimize de 5 TL vererek buradan maksimum keyfi almaya çalıştık.

Dönüş yolunda, lokal bir restoran olan ve sadece mantarlı yemekler yapan JeJamuran'a uğradık. aşağıdaki bu sofraya toplam 55 TL verdik

Ertesi gün, Bali uçağımıza kadar merkezde Keraton adlı devlet binası ve Taman Sari adlı dinlenme sarayını gezdik.
bu arada Jogja, kukla tiyatrosu ile ünlü. Pazazrtesileri hariç her gün saat 20:00 de, Sonobudoyo müzesinde 2 saatlik kukla gösterisi var. Tamamen yerel dilde olduğundan ve hava yağmurlu olduğundan biz gitmedik.


Bali yazısı ayrı bir konu.

11 Temmuz 2019 Perşembe

Japonya


Sıcağı sıcağına yazılmadığında detaylar atlanabiliyor ama 2018 Agustosundaki Japonya seyahatimi halen net hatırlıyorum. 2017 Aralığında almıştım biletleri, dolar kuru 3,8 iken. Asiana airlines ile Seul aktarmalı biletler kişi başı 560 USD idi. Dönüşümüzü 1 gece Seul konaklamalı olarak ayarlamıştım ki, Seulu de görebilelim. Güney Kore ve Japonya için vizeye gerek yok.
Bilet alımı sonrası uzun bekleyiş, Agustos ayında bitti. Kurban bayramının 3. Günü havalimanına gelip checkin yaptırdığımızda ilk enteresan bilgiyi Istanbuldaki görevli verdi. Seule inebileceksiniz ama Seul – Osaka aktarması, beklenen tayfun dolayısı ile yapılamayabilir. İndikten sonra sorunsuz gittik hatta biz Japonyadayken bırakın tayfunu, yağmur bile yağmadı ama, döndükten 10 gün sonra, Kansai havalimanını su bastığı, Osaka kıyılarındaki dev dalgaları haberlerden okuduk.
Asiana havayollarının ekonomi sınıfı bizce gayet konforluydu. 11 saatlik uzun uçuşta dizlerimiz sıkışmadı, film seyredip, uyuklayıp, dergi-kitap okuyarak Seule indik. Gece yolculuğu yaptığımızdan indiğimizde bitik durumdaydık ve daha Osaka’ya aktarılacaktık. Asiana nın bekleme salonunda, uyku odası dolu olmasına rağmen, geniş 2 adet pufu yanyana koyup uyuyup dinlenmeye çalıştık. Osaka aktarması, havalimanından şehre gelip, kalacağımız Ryokan tarzı hosteli bulduğumuzda Japonya saati akşam 9 olmuştu. 7 saatlik Türkiye farkını hiçe sayıp, çok yorgun olduğumuzdan Türkiye saati öğlen 2’de, gece uykumuza daldık. Aslında bu taktik jetlag için çok işe yarıyor. Yapılan gece yolculuğu sonrası derin uyumayıp, gece uykusunu Asya ülkelerine bıraktığınızda, Asya sabah saatinde kalkıp şehirleri gezmeye başlayabilirsiniz.
Japonya seyahatimizi, Osaka – Nara – Kyoto ve Tokyo olarak planlayıp uyguladık.


Osaka gidiş, Tokyo dönüş aldığımızdan şehirler arasını tek yön gittik. Bu yüzden Japonya seyahatlerinin vazgeçilmezi Rail-Pass (sınırsız tren kullanım bileti) ihtiyacı duymadık. Eğer tek yön değil, Tokyo – Kyoto arası git-gel yapılacaksa bile Rail-Pass almak mantıklı oluyor. 
Japonya’da hayatın pahalı olduğunu bildiğimizden hep hostellerde kaldık ve gecelik, kişi başı 20 Euro ödedik. Odaları 2 kişilik seçtik ama banyo ortaktı. Amacımız mümkün olduğu kadar ucuza gezip daha fazla yer görmek olduğundan bu detay çok önemli değildi ve ayrıca birçok gezgin ile sohbet fırsatımız oldu.
Ryokan kelime anlamı ile Japoncada han demek ve Japon kültüründe 1500 lere dayanan bir hikayesi var. 2019 Japonyasında ise Ryokan eşittir yer yataklı otel anlamına gelmiş. İlk 2 gecemizi Osaka’da ryokanda geçirdik ve aklıma Tekirdağ’da bir çok akrabamızın yatıya gelip kaldığı, yer yataklarının yetmeyip, yorganlardan yatak yapılan bir nevi “Neşeli Günler” filmi gibi anıları hatırladım. Gerçektende, yattığımız yer yatağı, yorgandan halliceydi ama hiç rahatsızlık duymadan çok rahat uyuduk.
OSAKA
Kahvaltı için markete birşeyler almaya gittiğimde 1 dilim karpuzun 30, 1 elmanın 10 TL olduğunu görünce tamamen yerel yemeklere yönelmeye karar verdim. Yazılanları anlamadığımızdan ve genelde ingilizce bir açıklama olmadığından, yiyeceğimiz şeyleri şekillerinden anlamaya çalıştık.
Deniz ürünleri sevdiğimizden büyük sorunlarla karşılaşmadık ama sabah kahvaltısında deniz ürünü yemek istemediğimizden hamur işi bulmaya çalıştık.
İlk şaşırdığımız konunun başında evsiz sayısı geliyordu. Osaka şehrinde tren istasyonundan inip hostele yürürken bir çok evsiz ile karşılaştık. Genelde Japonlar, stajer olarak girdikleri şirketten, emekli olduklarından, yaş olarak 30-40 arası işten çıkarılma olur ise, başka iş bulmakta zorlanıyorlarmış ve bu yüzden bir çok evsiz varmış.
Gezilerimizde genellikle yürüdüğümüzden Osaka’daki tek günümüzde tam 19 km. yürüdük ve o gün Japonya’nın büyüklüğünü anladık. Kaldığımız yer Tennoji istasyonuna yakındı ve önce metro ile Umeda Sky Building adlı kuleye gittik. Gözetleme kulesine çıkmasakta, içindeki park ve nehir kıyısını gezdik. Buradan Osaka kalesine gelip kale içini gezdik (600 yen giriş ücreti yaklaşık 5 Euro) ve ucuz yemek yiyebileceğimiz restoran zincirlerinden biri olan Yoshinoya da, etli pilav yedik. Yoshinoya gibi, Matsuya ve Sukiya gibi zincir restoranlarda nispeten daha ucuza yemek yenilebilir. Bazılarında ingilizce menü olmasına rağmen genelde yok ve fotoğraflardan anlayıp sipariş vermelisiniz. Buradan çıkıp Namba bölgesine geldiğimizde hava kararmıştı bile. Nehir üzerindeki cafelerde canlı müzik yapılıyor ve insanlar eğleniyordu. Arada sokak yemekçilerinden birinden hamur içine ahtapot parçaları koyularak yapılan Takoyaki tadıp otelimize geldik.






NARA
Sabah kalkar kalkmaz Tennoji istasyonuna yürüyüp Nara biletimizi aldık. İstayondan Japon tarzı cheese cake alarak kahvaltımızı bu şekilde hallettik. Çok güzel kokulu ama bildiğimiz cheese caketen farklı olarak pufidik normal kek gibiydi. 40 dakikalık tren yolculuğu 470 yen (yaklaşık 4 Euro) ve indikten sonra , 1,5 km. uzaktaki dünyanın en büyük bronz Buda heykeli olan Todaiji Budist tapınağına yürümek dünyanın en enteresan yollarından biri. Nara’nın doymak bilmeyen sırnaşık geyikleri ile selfie çektirebilirsiniz. Geyiklere gelmeden önce dedesi ile yolda yürüyen 8 yaşlarındaki bir çocuk bize şeker hediye etti.
Todaiji (ve diğer Budist tapınaklarına) giriş ücretleri genellikle 500 yen (ortalama 4 Euro)
Şansımıza tapınak önünde müzik ve dans etkinliği vardı. Onu da seyredip, yine geyikli yoldan tren istasyonuna geldik. Bu defa 1 saat sürecek yolculuğa 710 yen (yaklaşık 5,5 Euro) ödeyerek Kyoto ya geldik.







KYOTO
Kyoto Japonya’nın eski başkenti ve başkent Kyotodan alındığında ismi Edo olan şehrin adı Tokyo oluyor. Aynı harflerden oluşması herhalde Kyoto’ya saygıdan dolayı. Gerçektende Kyoto büyüleyici bir yer. Çevrede Kimono ile gezenleri burada sık sık görebilirsiniz. Hatta tek gördüğümüz geyşayı burada gördük. Sadece biz değil, Japonlar bile fotograf çekmek için çırpındılar.
Sabah Nara’yı gezdiğimizden, Kyoto’daki ilk günümüzde kaldığımız hostelin yakınlarında dolaştık. Gion-Shijo metro istasyonuna yakın kalıp yakındaki “food market” e gidip, nehir kıyısı piknik yapanları izleyip, marketten sushi – bira alıp hostelimize gelip yedik.
Ertesi gün, farklı yerlere gideceğimizden günlük otobüs biletine 600 yen ödeyip aldık.
Önce Kyoto imparatorluk sarayına gidip bahçesinde dolaştık. Oradan, eşimle hemfikir kaldığımız Japonyadaki gördüğümüz en güzel yer olan Kinkakuji (Golden Temple) ye geldik. 1224 yılında dağ evi olarak tamamlanan yapı daha sonra tapınağa dönüştürülmüş. İnanılmaz güzel, huzur veren bir bahçesi var ve zaman kısıtı olmasa tüm gün zaman geçirilebilir. Buraya giriş 400 yendi.
Kinkakuji’den sonra 1 aktarma yaparak Bambu bölgesine Arashiyama’ya geldik. Tek ana cadde üzerinde şirin dükkanların olduğu bölgede, önce Kogenji Tapınağını bahçesini gezip, yan taraftaki bambu ormanında yürüyüş yaptık.
Buradan yine bir aktarma ile Nanzenji tapınağına gelip, tapınak içine girmeden, bahçesinde gezdik ki çok güzel fotoğrafik alanlar var. Nanzenji çevresinde bir çok tapınak var, hepsine girilse hem zaman hem para israfı diye düşündüğümüzden genelde dışarıdan foto çekmeyi yeterli gördük.
Hedefimiz buradan Ginkakuji ye gidip Philosophers path ten yürümekti ama yorgunluk bizi hostelimize yakın son durağımıza, Maruyama Parkına geldik. Ara sokaklardan yürürken, tek gördüğümüzü geyşayı, evden çıkıp arabaya binene kadar geçen 10 saniyede görebildik.










TOKYO
Shinkansen, hızlı tren, mermi tren, bullet train, ne derseniz deyin, hızı etkileyici. Farklı tipte hızlı trenler var, önceden hangisi daha hızlı diye bakmalısınız, genelde 3 saat süren (450 km) yol bizim gibi yanlış hızlı tren seçilirse 4,5 saat sürebiliyor. O bile güzeldi.
Toplam 3 gece kaldık Tokyoda ve ana tren istasyonuna iner inmez yakındaki Tokyo imparatorluk sarayının bahçesine ve çevresinde yürüyüp, kalacağımız hostele akşam üzeri geldik. Bu ulaşımı metro ile yaptık ve sadece 5 durak gitmemize rağmen, bir daha metroya binmeyeceğimize tövbe ettik.
Bize verilen tüyo, “yoğun saatler haricinde kullanın”dı. 19:20 de bindiğimiz ve 15 dakika süren yolculuk bir ömür gibi geçti. Vücudumuzun her yerine temas vardı (saygılı bir temasJ) ve bir istasyonda içeri giriş sırasındaki yüklenme ile, eşime bir baskı daha geldi ve huh diye sanki son nefesini verdi. 2 parmağımızla tuttuğumuz sırt çantalarımızın ağırlığı bir yana, sıkıştırmalar diğer yana, 15 dakika sonra kendimizi metro dışına attığımızda sinirden gülmeye başladık. Saat kaç olursa olsun metro kullanmayacağımıza söz verdik ve hostelimize geldik. Japonya’ya sadece birer sırt çantası ile geldiğimizden(kişi başı 6 kg.), yanımıza 5er günlük kıyafet almıştık. Hostelin hemen yanındaki yıkama odasında,eşyalarımızı 200 yen karşılığı yıkayıp, 100 yen karşılığı kuruturak, eşyalarımızı odamızın mini balkonuda tam kurumaları için astık ve marketten aldığımız yemeklerimizi yiyip uyuduk.
Bu arada ister restoran ister hostelde olsun Japon tuvaletlerine ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Hangi tuşun ne işe yaradığını bulmak için hepsine basmak lazım. Sifon bile hangisi tam anlaşılmıyor ama Japonyaya gidipte, evimde bu tuvaletten olsun demeyen yoktur sanırım. Otomatik taharet çubuğu, klozet ısıtması, müzik yayını gibi özellikler var.
Ertesi gün, metroya tekrar binmemeye yemin etmiş olan bizleri zorlu bir sınav bekliyordu. Günlük otobüs bileti satın alıp hem yön duygumuzu test ettik hem de sadece Japonca yazı olan otobüs haritasını çözdük. Fakat Tokyo da şöyle bir durum var. 500T gibi uzun hatlar yok ve nispeten daha yakın bölge içi hatlar oluyor ve kaldığımız yerden 18 km uzaktaki National Museum of Emerging Science a gelmek için 4 farklı otobüse bindik. 500 yenlik günlük sınırsız otobüs bileti fiyat olarak ucuz fakat zaman açısından sıkıntı yaratabilir. Taksiye binerim yaa nolacak demeyin, aman fiyatlara bakmadan binmeyin, fahiş fiyatlarla karşılaşabilirsiniz.
Ayrıca otobüs aktarması yapacaksanız, indiğiniz ve bineceğiniz durak ismi aynı olsada, bu aynı durak anlamına gelmiyor. Örneğin bir kavşakta indiniz durak ismine bakıp, 100 metrekare içinde aynı isimle farklı duraklar var ve sizin aktarma yapacağınız otobüsün hangi durağa geleceğini bulmalısınız. İlk aktarma noktamızda çok zaman kaybetsekte, otobüs hatlarını gösteren harita üzerinde, aktarma yapacağımız otobüsün güzergahını bularak, hangi durakta durabileceğini tahmin eder olmuştuk. Otobüslerin hepsinde internet var ve ücretsiz. Otobüs firması TOEI ve sitesinde hem nasıl kullanacağınızı ve güzergah ile ilgili bilgi alabilirsiniz https://www.kotsu.metro.tokyo.jp/eng/tips/bus_ride.html
National Museum of Emerging Science’a gelme sebebimiz şu arkadaştı. Asimo 
Koştu, topa vurdu, konuştu. Bunun haricinde insansı robot Sophie ve farklı Japon yenilikleri ile temas kurduk.
Buradan çıkıp Shinjuku bölgesindeki Tokyo Metropolitan Government Building e geldik çünkü ücretsiz seyir terası vardı. Şehrin tepeden manzarasını seyredip, bölgedeki sushicilerden birine girdik. Bir bant üzerinde, renkli tabaklar geçiyor, nigiri ise 2 adet, roll ise 6 adet oluyor ve her tabak renginin bir fiyatı var. Kaiten zushi adlı bu tarz restoranlar, masaya garsonun getirdiği restoranlardan daha ucuz.
Uzun süren otobüs aktarmaları, müze, yemek derken Shinjuku’da akşam 10 olmuştu. Shinjukudan, hostele dönmek 3 vasıtaydı ve ilk otobüse binip ilerlerken, daha önceleri yaptığımız gibi, internete girerek, aktarma yapacağımız otobüsün saatine bakıyorduk ki, bir sonraki otobüsün saatinin sabah 6 yazdığını gördük. İlk etapta anlamadık ama sonra dank etti, son otobüsü kaçırmıştık. Bu otobüs kimbilir nereye gidiyordu ve inmemiz gereken durakta inip plan yaptık. Yürüsek 5 km mesafe vardı ve yorulmuştuk. Tüm otobüs hatlarını gösteren haritamızı açtığımızda bulunduğumuz yerden yaklaşık 1-2 km kuzeyde otobüslerin yoğunlaştığı bir bölge vardı ve buraya gitmemizin mantıklı olacağını düşündük. Oraya giden hatların listesini yaptık ve ilk uygun otobüse atlayıp ilerledik. Gerçektende, yoğun bölgede bir çok otobüs ve tren istasyonu vardı. Tren hattına baktığımızda kaldığımız yere yakın olan istasyondan geçen tren hattı bulduk ve yürümemek için bu sayede stresli ve yorgun şekilde hostele ulaştık.
Hostelde 6 oda vardı ve sabahları, ev sahibimiz kimonosu ile gelip, Ghibli film müzikleri cdsini açıp bize kahvaltı hazırlıyordu. Tost, yumurta, sosis, meyve suyu, kahve, çay içebiliyorduk.
Tokyo’daki son günümüzde, Asakusa ve Ueno bölgelerini gezdik. Özellikle Ueno’daki Tokyo National müzesini gezip çevrsindeki parkta dolaştık.
Tokyo Ulusal Müzesi 4 ana alandan oluşuyor. Japon ressamların sergileri ana bina Honkan’da, Japon arkeolojisi Heiseikan’da, özellikle tarihi Çin eserleri Toyokan’da ve Horyuji hazineleri girişte soldaki binada bulunuyor.


Müze girişi 620 Yen ama özel bir sergi varsa ayrıca ödeme yapmak gerekiyor. Yukarıda saydıklarım 620 Yen içinde.
Ueno parkı içinde, Son Samuray filmine ilham olan Saigo Takamori’nin heykeli bulunmakta. 1870li yıllarda Japonyada gerçekleşen modernleşmeye karşı çıkarak imparatorluğa karşı isyan çıkaran, 1877’de savaşını kaybedip harakiri ile intihar eden bu samuraya itibarı, ölümünden sonra iade edilmiş.
Bugunkü sakin turumuzun sonunda Japon Ocakbaşına Izakaya’ya gittik. Menüde tavsiye edilen midye çorbası, çeşitli deniz ürünleri ile hazırlanan krep olan Okonomiyaki ve ızgara ton balığı yedik. Pirinç şarabınıda denedik ama beğenmedik. Yemek sonrası ne alırsan 100 yen mağazası Miniso ararken, bir Türk dönercisinin bağrışını duyduk. Bağıran arkadaşla göz göze geldik “döner vereyim mi abi” dedi, “şimdi yedik sağol” diye cevap verdim ve gülüşerek Minisoya ulaştık. İster kendiniz için ister hediyelik eşya olsun en mantıklısı Miniso’dan alışveriş yapmak. Herşey 100 yen değil tabi ki ama bütçeye uygun bir çok şey var.















GENEL
-Japonya çok sıcak. Ağustos ayında Japonya’ya gelmeyin denecek kadar sıcak. Nemli olduğundan 30 derece gösteren değerlerde hissedilen çok fazlaydı Eşim beyaz tenli ve ilk gün giydiği şorttan sonra, bacakları alerji oldu, diğer günleri pantolanla dolaşmak zorunda kaldı. Seyahatinizi bu gibi etkenleri azaltmak için farklı zamanda yapabilirsiniz
-Google maps offline haritaya izin vermedi ve yandex hiç yok. Farklı offline haritalardan Maps.Me kullanılabilir
-Tren saatleri için olmazsa olmaz uygulama ve web sayfası Hyperdia
-Elektrik girişi farklı olduğundan dönüştürücüyü önceden temin etmelisiniz.
-Marketlerde hem sıcak hem soğuk yiyecekler var. Mikrodalgada ısıttırabilirsiniz. Daha ucuz yemekler için Yoshinoya, Matsuya, Sukiya yı unutmayın. Bu zincir restoranlarda ya menüye bakıp, garsona sipariş veriyorsunuz ya da otomat’tan istediginiz yemeyi seçip, ödemesini otomata yapıp, aldığınız fişi garsona veriyorsunuz. Gittiğimiz tüm restoranlarda su ücretsizdi. Genelde normal su değilde, tatlandırılmış su verildi.
-Ülke içi uzun mesafe 2 yere gidilecekce Japan Rail Pass alınmalı. Sadece yurtdışından alınıyor. Tek yön gidilecekse Rail pass daha pahalı gelebilir.
-Japonya çok kalabalık ama bir o kadar sessiz. 38 milyonluk Tokyo’da yürürken bir defa korna sesi duymadığımız gibi, ana caddede bizim sesimiz en çok duyulandı.
-Japonlar çok yardımsever fakat ingilizce büyük problem. Ama bir şekilde anlaşılıyor. Yardımsever olukları kadar kurallara bağlılar. Otobüs seyir halindeyken şöföre soru sormaya kalktım, gözünü yoldan ayırmayarak kızdı, otobüs durunca soruma kibarca cevap verdi.
-Japonya’da tuvalet sıkıntısı çekmiyorsunuz. Her yerde bedava ve tertemiz umumi tuvalet bulabilirsiniz.
-bir çok evsiz var ama rahatsızlık vermiyorlar, sadece gece, dışarda yattıklarında görülüyorlar.
-Japonlar çok çalıştıklarından, sosyalleşme sorunlarını içki ile gideriyorlar bu yüzden geceleri çok sarhoş görebilirsiniz.
-Barış Manço Japonya konserini seyredenlerin bildiği şu iki kelime “arigato gozaymaz” yani “çok teşekkürler”, o kadar çok kullanıldı ki teşekkürden bunaldık.
-Japonya’da kadınsı takı ve kıyafet kullananlar var. Topuklu ayakkabı ve etek giyen erkek bile gördük.
-alışveriş için 7Eleven ve benzeri mağazalar var, genelde 24 saat açık.
-hediyelik eşya ve kendiniz için Miniso mağaza zincirini unutmayın
-Hostellerde ayakkabılarınızı çıkarıp içeri girmeniz gerekiyor.