5 Aralık 2013 Perşembe

Ronda, Ispanya, 2013 Kasım



1-2 yıl önce Mehmet Yaşin’in Hurriyet Seyahat ekinde yazısını okuyup fotoğraflarını görerek etkilendiğim Ronda’ya gelmek üzere okyanus kıyısındaki Sanlucar de Barrameda’dan yola çıktık. Hem tren hem otobüs şansı var Ronda’ya gelmek için, biz araba kiralamıştık ve arabamızla merkezdeki parka glip, şehir turumuza başladık. 


Deniz seviyesinden 750 metre yükseklikteki Ronda yolları, virajlı olduğundan araba ile ulaşmamız 2 saati buldu.
Ispanya, Endülüs bölgesi uzun yıllar Müslümanlarım egemenliği altındaydı ve bu etki 1492 den sonra son Müslüman bölgesi ele geçirilerek bitti. Bu tarihten sonra bölgede yaşayan Müslümanlar ya göçe yada Hristiyanlığa zorlandı. Ronda bu yıllarda Müslümanların bir nevi sığınağı oldu. 1566 yılında Ronda’daki Müslümanların isyanını bastırmak üzere gönderilen İspanyol ordusu bozguna uğratılınca 2. Philip katliam yapmak üzere ordusunu buraya yönlendirdi.
19 yy.ın başında Napolyon’un işgali ve Yarımada savaşı ile birlikte Ronda’nın nüfusu 3 yılda, 15binden 5bin e indi ve günümüzdeki 35binlik nüfusa ulaşması yıllarını aldı.
Arabımızı Plaza de Socorro’ya parkettikten sonra boğa güreşi alanı ve vadi manzarasını fotoğraflayıp, her İspanyol şehrinde olan Plaza de Espana dan geçip adı Puente Nuevo (yeni köprü) olan ama yapımı 1784 de tamamlanan köprüye geldik.
Kanyon üzerindeki bu köprü muhteşemdi.
Buradan Arminan caddesi üzerindeki çeşitli müzeleri geçip Ayuntamiento (belediye binasına) geldik.
Aynı meydandaki katedralden geçerek arka sokaklarda bir lokanta bulup meze tabağı (çeşitli tapaslar) – deniz mahsullü paella yiyip, park yerine gelmeden hemen önce bir cafede tatlı yiyip kahve molası verdik.












Şu fotoğraftaki tüm şeylere 11,70€ vermenin sevinci ile bir sonraki durağımız olan Granada’ya doğru yola çıktık.

4 Aralık 2013 Çarşamba

Sevilla, Ispanya, 2013 Kasım




Barcelona’dan 1000 km uzaklıktaki Endülüs’ün başkentine trenle 5,5 saatte ulaşılabileceğini biliyor muydunuz? Saatte 300 km. ye çıkan hızı ile Renfe trenleri, ara sıra da olsa çalışan wifi hizmeti, koltuk aralarındaki elektrik prizleri ve uygun fiyatlı kafeteryası ile merkezden merkeze ulaşım için ideal bir seçenek.
2 ay öncesinden 35 € ödeyerek aldığımız tren ile saat 14:02 de Sevilla’ya indik. Tren istasyonundan merkeze yürümek 25 dakika sürdü. 


Tren istasyonu information dan aldığımız harita ile Sevilla dar sokakları üzerindeki kilise ve evlerden geçip parlamento üzerinden boğa güreşi müzesine, oradan da nehir kenarındaki Torre del Oro’ya (Altın kule) geldik. Eski şehir deki Alcazar ve katedrali görüp güzel Plaza de Espana’ya ulaştık
Sadece Plaza de Espana (Ispanya Meydanı) için bile Sevilla’ya gelinebilir. Büyük meydanın ortasında sandal kiralayabileceğiniz bir havuz, çevresinde tüm Ispanya şehirlerini simgeleyen resimler, arkasında ise askeri müze olan bu güzel meydan 10 üzerinden 10 puanı aldı bizden.
















23 Mayıs 2013 Perşembe

Zagreb, Hırvatistan, Nisan 2013



Zagreb’e indiğimiz ilk gün, Ljubljana’ya gidip geldiğimizden (tek yön 140 km.) Zagreb’e geri döndüğümüzde akşam 7 olmuştu ve ilk akşam ufak bir yürüyüş ile Vincek adlı cafede İtalyan dondurması yiyip otelimize geri döndük.
Ertesi gün -tam gün- Zagreb’i turladık. 

Bizim yaptığımız şekilde gezmenizi öneririm çünkü Zagreb’in üst bölgesine teleferik ile çıkmassanız, yokuş yukarı yürümek sizi yorabilir, bu yüzden üst kısmı gezerken Vincek cafesinin hemen yanından teleferiğe (5 Kuna) binip yukarı çıkmanızı öneririm.
Şehir manzarasını fotoğrafladıktan sonra şeker çatılı kiliseye ilerlerken “kırık kalpler müzesi” broken relationship müzesinin yanından geçip çevresinde bir tur attık ve Stone Gate adlı açık hava kilisesinin içinden geçtik. Burası, Hırvatlar için kutsal bir yer çünkü 1400 lü yıllardaki şehri yakan yangın, zamanında giriş kapısı olan burasını da yakmış fakat Meryem ana ve oğlu tablosu – çizimi yangının ortasından, hiçbir yara almadan kurtulmuş. Bu yüzden burası bir ibadethaneye çevrilmiş ve her zaman dua edenler görebilirsiniz. 







Atlı heykelin yanında dinlenirken gerçek atlılar ve takımı yanımızdan geçti. 




Buradan aşağı inip büyük kiliseye doğru ilerlerken barlar sokağına girince kendimizi bir barda bira içerken bulduk.




Kilise, dinamo Zagreb store, açık Pazar derken ilk kısmı bitirip, aşağıya doğru yürüdük.




Burada daha çok parklar vardı, ücretli olan botanik parka girmedik. Müzeler, tiyatro salonundan geçip son durağımıza, yemek yemeye geldik.








Zagreb, Ljubljana’dan daha eski, büyük ve daha tarihi bir şehirdi. Biraz Budapeşteyi andırır bir havası vardı.
Balkanların her yerini gezmek istiyoruz aslında ve en kuzeyden başladık buna, ileride Saraybosna, Belgrad, Üsküp, Priştine, Ohrid, Dubrovnik planlarımız arasında.
Ayrıca bebeğimiz ile yaptığımız ilk gezimizdi bu, kızım bizimle çok uyumluydu, beraber gezdik ve gezerken bize pek zorluk çıkarmadı, sadece 2. Ve son gecemizde nöbetçi eczaneyi bulup, fitil almam gerekti. Bu da aslında bize bir uyarıydı, her türlü yedek ilacımızı yanımıza alacağız bundan sonra.