Lezzetli yemek,
grafiti ve rüzgar. Kasım başındaki 2 günlük Atina gezimizin 3 ana maddesi.
İrem ile beraber
yaptığımız ve yazıya geçiremediğim İtalya ve Bosna seyahatleri sonrası bu defa
İrem’i anneme bırakıp 2 gecelik bir kaçamak yapıp, 1 saatlik uçuş ile Atina’ya
geldik.
Havalimanından
şehir merkezine gelmenin en rahat yolu metro. Tek kişilik 8, 2 kişilik 14 ve 3
kişilik 20 € seçenekleri ile toplu taşımanın özendirildiği bir sistem. 30
dakikada bir kalkan metro şehir merkezine 35-45 dakikada geliyor.
Küçük
çantamızı otele atıp merkeze, Syntagma’ya kadar yürüdük. Yürürken Atina’nın
güzel cafelerinden birine sanırım en pahalısına kendimizi attık. Dışarda yazan
Cappucino 2,7 € meğerse take away fiyatıymış, oturduğumuz için fiyat 5,5 €
oldu. Ama kahvenin yanında yediğimiz panna cotta mükemmeldi.
Buradan sonra kendimizi
Planetarium’a attık. Özellikle ortaokul – lise talebeleri için önemli olan bu
deney merkezine bayıldık ve İrem 10 yaşında olduğu zaman tekrar gelmeye karar
verdik. 3 kattan oluşan deney alanları ile ses – görüntü ve dokunmaya dayalı
bilgiler öğrenip deneyler yapabileceğiniz bu alana giriş 4€.
Planetarium un
bir başka özelliği ise yarım küre şeklindeki sineması. Gözlüksüz 3D özellikli bu sinema salonunun perdesi 180 derece sağdan sola ve 90 derece
yukarıya kadar bir alanı kaplayan küre. Belgeseller var tabi sadece ve fiyatı
6-8 € arasında değişiyor. Planetarium a gitmek için Sygrou Fix metro
istasyonundan B2-550-E2-E22 otobüslerine
binip Onaseio durağında inmeniz yeterli. Bu arada Atina’da 24 saat geçerli
toplu taşıma bilet fiyatı 4€. Tek bilet ise 1,2€
Havayı burada
kararttıktan sonra, hali vakti yerinde olanların oturduğu, güney Atina’ya gidip
yemeğimizi yemek üzere ΑΛΑΡΓΙΝΟ ΡΑΚΑΔΙΚΟ ya oturduk. Kesinlikle tavsiye ederim.
Domates ve feta peynir soslu karides yedim, yine gitsem yine yerim :)
Ertesi gün, 2
Kasım Pazardı ve önce metro ile şimdinin sanayi bölgesi Pire’ye gittik. Pek
fazla sanayi görmediğimiz gibi tam yaşanacak yer izlenimi verdi bize. Ada turu
yapanlar için gemi kalkış noktası ama biz yat limanları arasından bir tur
attık. Mandalina ağaçları arasında yürümek çok keyifliydi.
Dönüşümüzü de
Olympiakos stadının oradan tramvay ile yaptık. Atina’da Kasım – Mart arası her
ayın ilk Pazar günü (yani bizim orada olduğumuz gün) Akropolis ve bazı yerlere
giriş ücretsiz. Bu şekilde 12€ dan kurtulup Akropolis , ancient Agora, Roman
Agora vs gezdik.
Otelimize dönerken de Niktas 1967den beri salaş lokantasına attık kendimizi, cacik (tzaziki)
şiş (souvlaki) ve greek salad yiyip ev şarabımızı için kendimize geldik.
Atina’da bir çok
kişi Türk olduğumu anladı, o kadar birbirimize benzememize rağmen ayırt
etmelerine şaşırdım. Bazı kişilerde İspanyol sanıp gracias, ola gibi kelimeler
kullandı :)
Son günümüz
Pazartesiydi ve hesap hatası yaptık. Arkeoloji müzesini bugüne bırakmak hataydı,
saat 1 de açılıyormuş Pazartesi günleri, o yüzden giremedik.
Müzeye kısmen
yakın Lofos Strefi tepesine çıkıp beyaz Atina’nın kuş bakışı fotoğraflarını
çekip dönüş yemeğimizi yemek üzere Rozalia’ya geldik.
Karışık balık
tabağı, ben uzo eşim beyaz şarap içip rahatlayıp evimize döndük.
Hep diyorlar
Türkler Yunanlar aynı diye, gidip görüldüğü zaman daha iyi anlaşılıyor. Yolda
kavga edenler, banka veznesinde çalışana bağıranlar, yemeklerin lezzeti (balık
konusunda bizden tartışmasız üstünler tabi) ortak kelimeler, hakikaten
benziyoruz.
İrem 10 yaşına
gelsin de tekrar gidelim :)
Son olarak ta Atina sokaklarındaki güzel grafitileri ekliyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder