28 Haziran 2011 Salı

Paris, Kasım 2010

“Kasım’da aşk başkadır” ve “Paris aşk şehridir” cümlelerin birleşimi. Eşim ile Kasım’da Paristeydik.
Evet hava biraz soğuktu ama senenin ilk karına Eyfel kulesinin 2. katında yakalanmak romantikti.  Perşembe günü öğleden sonra Paris’e geldik ve havaalanından en ucuz yöntemi bularak şehrin merkezine, Eyfel kulesine geldik. Aslında Havaş benzeri otobüsler var ama 6 Eurodan başlayan fiyatlar, biz de önce ücretsiz servise atlayıp ilk durakta indik. Burası Ibis otelin karşısı ve otobüs durağından bir metro hattına gidebileceğimiz otobüse (tek bilet 1,70 €, otobüs şöföründen alınan bilet 1,80 € aynı bileti 10luk şekilde –carnet- almak ise 12 €) bindik ve M7 hatlı metro istasyonuna gelip bir bilet daha basarak toplam da (carnet sayesinde) kişi başı 2,4 € ya Eyfele yakın bir durakta indik. Paris’te 350 adet metro istasyonu var ve şehir merkezinde her 500 metrede en az 1 istasyon girişi var. Paris’in belki de en önemli simgesi olan Eyfel, yılda 6 milyon ziyaretçiyi barındırıyor. 300 metre yüksekliğindeki bu kule Fransız devriminin 100. yılı için inşa edilmiş ve 20 yıl sonra sökülmek üzere dikilmiş fakat 20. yılda telefon haberciliği için yüksek olmasından dolayı kalmasına izin verilmiş.

Eyfel’e asansörle çıkmak kolay olsa da çok uzun sıra olduğundan biz yürüyerek çıkmaya karar verdik, asansörle en üst olan 3. kata çıkmak 13 €, 2. kata çıkmak 8€, yürüyerek 2.kata çıkmak 4,5 €, biz merdivenleri çıkmaya başladık ve acaba hata mı yaptık dedik çünkü ilk kata erişmek için 328, 2. kata erişmek için 340 merdiven çıktık. Eyfelsiz de olsa Paris manzarası çok güzeldi ve bu kışın ilk karına burada rastlamak bizi mutlu etti.


Eyfel kulesinden çıktığımızda hava hafif kararmaya başlamıştı ve yağmur yağsa da Demir Bayan’ı gece elbiseli olarak ta gördük.

Buradan Arc De Triomphe (Zafer Anıtı) na gelip, Şanzelize diye okunan ama Champs de Elysess diye yazılan (Fransızca bilmeyen bizler gibilerin nerde olduğunu anlaması caddenin ihtişamındandır) caddedeydik. Lido revüsünden Peugot sergisine, birçok restaurant ve cafesi ile etkileyici olan Şanzelize de yürüyüp metromuza atlayıp couchsurfingden bulduğumuz Fransız arkadaşlara geldik. Tabi gelirken yol üzerindeki Carrefour’a uğrayıp kahvaltılık ve öğle yemeklerimiz için sandviçlerimizi aldık. Ilk akşam arakdaşlar sağolsunlar bize yemek hazırladılar, biz de şarap almıştık, hoşbeşten sonra arkadaşlara aldığımız Türk kahvesi ve cezvesi ile kahve yapımını öğrettik sonra da yatağımıza çekildik.

Cuma günü kendimizi Disneyland’a attık. Hem hafta arası hem de Kasım olduğundan az yoğun olacağını tahmin ettiğimiz Disneylanda girişte yaklaşık 2-3 bin kişiyi görmek bizi şaşırtsada içeride çok fazla zaman kaybetmeden tüm aktivitelere katıldık. Içeri giriş 1 gün 1 park 55€ ve parayı verirken zorlandık gerçekten :) ama yaklaşık 1 saat sonra ”az bile alıyorlar” diye düşünmeye başladık.
5 ana bölgesi var Disneylandın ve ilk bölge hariç her birinde çeşitli aktiviteler var. Sabah 10da girdik ve durmaksızın akşam 6ya kadar eğlendik. Bilhassa yaz döneminde aktivite başı 1er saat sıra beklenebiliyormuş o yüzden 1 gün yeterli olmayabiliyormuş ama biz 2 aktivitede 25-30 dakika bekledik ve genelde 5er dakika içinde binebildik. 2 defa katıldıklarımız bile oldu :)Çocuk parkı gibi düşünülebilir ama yaş ortalaması herhalde 25-30 gibiydi. Zaten 5-6 aktivite için boy sınırlaması vardı.
Gün boyu yüzümüzden tebessüm eksik olmadı. Paris’e gidenlerin mutlaka gitmesi gereken bir yer Disneyland.
Paris merkezdeki RER A trenleri (Pariste 5 ana tren hattı var A-B-C-D ve E) bunlardan A olanı Disneylanda gidiyor, tren istasyonu tabelalarından anlaşılıyor, tren ücreti 1 kişi 1 yön 3,4 €
Bilet alınacak makineyi kullanmak için sizden önce bir kişinin ne yaptığını takip etmeniz ;)















Geri dönüşümüzde markete uğrayarak akşam için yemeklik bişeyler aldık ve Turkiye için market alışverişimizi yaptık. 4€ ya Bordeaux şarabı, 1€ ya salam, 2 €ya Brie peyniri gibi.
Cumartesi sabahı yine erkenden yollara düştük, bu sefer RER C tren hattı ile 2,4€ ödeyip Versailles (Versay) Şatosuna gittik. Muhteşem şatoya gitmeden önce 2 gün geçerli Paris Müze Pass aldık. 36 € vererek aldığımız bu museum pass sayesinde birçok müzeye ekstra ücret ödemeden gittik. Eğer Paris ve müzelere çok önem veriyorsanız her ayın ilk Pazar günü birçok yer ücretsiz, aklınızda bulunsun.
Versailles Şatosunun önce içini (odalar, tablolar ve heykeller) sonra bahçesini (ağaç düzenlemeleri, yapay havuzlar) sonra da Marie Antoinette in evini gezdik. Mari Antoinette evinin arkasındaki park ve o zamanki işçilerin yaşadığı yerler ise Hansel-Gratel masalından çıkmış gibiydi.
Museum Pass 2 gunluk aldığımızdan ve ertesi gun ogleden sonra donus uçağımız olduğundan Versailles Şatosunu öğleden önce bitirip tekrar Paris’s döndük.













Önce Sacre Ceur adlı şehrin bir tepesinde bulunan beyaz kiliseye gittik. Metro durağından kiliseye yürürken çeşitli sanatçılar (karikatör – resim çizenler, müzik yapanlar, futbol topuyla şov yapanlar) ile eğlenceli bir ortam. Sacre Ceur sonrası Opera binasını dışarıdan fotoğraflayıp özel parfüm müzesine gittik. Müze girişi ücretsiz çıkışta da bir satış ofisi var




 .
Genellikle Avrupa şehirlerinde elimizde harita yürüyerek gezmeyi tercih ediyoruz, Pariste de bunu yaparız diye düşünmüştük ama Parfüm müzesinden Notr Dam’a gelmek nerdeyse 30 dakika sürünce bunun olmayacağını anladık. Notr Dama gelişimizde saat 5i geçmişti ve girilebilecek diğer yerler kapanmıştı. Ama saat 8’e kadar açık olan, ilk yapıldığında Parislilerin tepkisini çeken sanat galerileri – müze ve sinemalardan oluşan Pompidou adlı mekana geldik. Burada bir sergiyi yine museum Pass ile gezdik. Benim için en güzel anlar burdaki 2 adet Kandinsky ve 1 adet Dali  tablolarıydı. Gün sonunda ayaklarımıza kara sular inmişti.
Metroyla eve gelip bir sandviç yiyip uyuduk.









Paristeki günlerimiz boyunca yemek işini hep evde ve evde hazırladığımız sandviçler ile hallettik. Dışardan sadece kahve ve kruvasan aldık. Parisin meşhur kreplerini tadamadık ve cafelerinde oturamadık ama bunu bir sonraki sefere sakladık :)
Son günümüzde güne yine erken başladık çünkü 2 de uçağımıza kadar görmemiz gereken yerler vardı.
Sabah açılış saati olan 9 da Louvre müzesindeydik. Museum Pass larımız ile girdik ve görevliye ”çok zamanımız yok, Mona Lisa nerde acaba?” :) sorusunun cevabını alıp tabelaları takip edip Mona Lisayı bulduk. Mona Lisa yolu üzerindeki diğer tabloları da göz ucuyla görüp Afrodit heykelini de gördük. Tüm bu eserlerin içinde farklı renkteki mermerden oluşan bu heykeller ilgimizi en çok çeken eserler oldu.









Louvre’dan sonra Phanteon’a doğru yola koyulduk.
Phanteon eski bir kilise ama artık müze, 8€ uk girişi var ama Museum Pass sağolsun. Toplamda 48€ lulk yere girmişiz ve bu sayede karlı çıktık. Phanteondaki Faucault Sarkacı çok etkileyiciydi. Huzur veren bir kilise,
Alt kattaki ünlü yazar-ressamların olduğu mezarlara giremeden çıktık ve 285 nolu Orly havaalanı otobüsüne yetişmek için metroya bindik ve 1,5 saat kala havaalanına geldik.








Sanırım 2 tam 2 yarımşar günden oluşan Paris turumuzun hakkını verdik. Giremediğimiz Orsay müzesi ve yiyemediğimiz yemeklerin yanında Moulin Rouge veya Lido (her ikisi birden de olur) kabareleri bir sonraki Paris turumuza kaldı.
Pariste genellikle metrolarda olduğumuzdan ve şehir içinde ağır ağır yürüyemediğimizden dolayı ”aşk şehri” havası alamadık. Metrolardaki evsizlerin havasını daha çok hissettmemize rağmen, Paris güzel.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder